Türk dilini anlattı

Türk dilini anlattı

Araştırmacı yazar Şemsettin Bayram’la Türk Dili üzerine yaptığımız röportaj.

TÜRK DİLİ ÜZERİNE

 

1932 yılında Atatürk’ün emriyle Dolmabahçe’de yapılan 1. Dil Kurultayı’nın 75. yıl  dönümü münasebetiyle, Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğü adına ilçemizde bir konferans veren araştırmacı yazar Şemsettin Bayram’la yaptığımız  röportajı sunuyoruz.

İSMAİL TOPAL: Sayın Hocam, öncelikle “Türkçem Ses Bayrağım” konulu konferansınız için sizi kutluyor ve size teşekkür ediyorum. Röportajımıza dilerseniz bu konferansa neden ihtiyaç duyduğunuz sorusundan başlayalım.

ŞEMSETTİN BAYRAM: Teşekkür ederim ancak bu teşekkürü asıl sahiplerine, öğrencilere yöneltiyorum. Onlardan biri bile salondan ayrılmadı. Konferans saatinin değiştirilmesi, iftara yaklaştırılması gibi olumsuzluklara rağmen öğrencilerin, dikkatlerini dağıtmadan programı izlemeleri gerçekten kutlanmaya değerdi.

Bu konferansa neden gerek duyuldu sorusuna gelince…

Türkçe; okumak, anlamak ve anlatmak üçgeninde hayata geçirilmediği için birbirini anlayamıyor, birbirimizle kavga ediyoruz. Karşımızdaki insanı anlamak için psikoloji okumak değil mesele okumayı bilmek; doğru yazılanı doğru okuyabilmek mesele.

Bu konferans kırsaldaki insanımızın cumhurbaşkanı ile anlaşabilmesini sağlamak için,

Vatandaşın hâkimi, doktoru, imamı anlayabilmesi; okumuşuyla, okumamışıyla bütün milletin birbirleriyle anlaşabileceği dili yaratma yolunda bir adım olması için hazırlandı.

Türkçemiz bir bebek kadar taze, genç bir kız kadar temiz ve güzel, bir delikanlı kadar güçlü ve çevik; inanç kadar kutsal olsun diye verildi.

Şahsımı bu konferansa iten sebepler arasında tabelaların yabancılaşması, Almanya’da Türkçe reklâm afişi basılınca kıyametin kopması, Hollanda’da Türk evlerinde Türkçenin yasaklanması çalışmasına karşılık milli ruhu kamçılamak da vardı.

Sanırım bu konuda en büyük rehber Atatürk olmuştur. Büyük liderimiz : “Ülkesinin yüksek istiklâlini korumayı bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarılmalıdır.”  diyordu. Bu konuda başka rehberler de vardır şüphesiz. O rehberleri Türkçenin tarihçesi içinde verebilir misiniz?

Bir kere Göktürk Kitabeleri, içinde yabancı kelime barındırmamaları, tamamı ile Türk’ün karakterini yansıtmaları itibariyle ilk ve en büyük rehber. Aşkın çilesi ile benliği yok edip Allah’ın nuruna ulaşmış Yunus, “Yanmışam aşkına ta kül olunca / Boyandım rengine solmazam artık.” şeklindeki yalın,  yalın olduğu kadar derin anlamlı dizeleri ile derviş bir rehber.

“Bundan böyle her yerde Türkçe konuşula” diye ferman buyuran Karamanoğlu Mehmet Bey. “Dünya Türklüğünü dil birliğiyle sağlayacağım” diyen büyük şair Nevaî. “İşte, fikirde, dilde birlik” söylemiyle Rus hâkimiyetine direnen İsmail Gaspıralı. İşte en büyük rehberler.

Bu bilgelerden esinlendim, güç aldım dediniz. Gerçekten hepsi birer dev. Şimdi dilerseniz Türkçemizin karşılaştığı sorunlara göz atalım. Önce bugün bizi en çok rahatsız eden yabancı kelime girişinden.

Topluma yön veren kişiler cümlelerine yabancı sözcük koyabilme yarışındalar. Nasıl etsem de bu cümleye İngilizce bir sözcük koyabilsem. Güzelim Türkçemizde içine katılmak istenen kelimenin karşılığı yok mu? “Düşüncemi verecek kelime Türkçede yok diye yabancısını aldım.” dese gam değil. Bakın hangi sözcükleri almışlar:

kitsch (bayağı), konsorsiyum (şirketler birliği), portföy (cüzdan), vizyon sahibi (ileri görüşlü), entegre edici (bütünleyici), spesifik (çok özel), manipülasyon (hileli yönlendirme), bariyer (engel), eskort (koruma aracı), perspektif (bakış açısı)

İşte durum bu, dahası bazen yabancı kelime hayranlığı , kullanıcısını kötü durumlara düşürmekte . Okuyoruz bir işletmenin tabelasını “… Şarküteri”. Ne demek şarküteri? En yaygın anlamı “domuz kasabı”. Tabelaya süs katayım derken düştüğümüz duruma bak.

Eurovizyon değil avrovizyon , yuro değil avro , ‘ADSL’ kısaltması da Türkçe okunuşa göre “adesele” değil “eydiesel” diyor Türk Dil Kurumu (TDK) . Computer yerine bilgisayar demişiz ama arkası gelmemiş. Batıdan gelen sözcüğe anında karşılık bulunursa sorun olmuyor. Geç kalınca o kelime oturuyor. İşte medya sözcüğü yavruladı medya maymununu, medya adamını doğurdu.

TDK’nin ikinci kurultayından itibaren başuzmanı kimdi, biliyor musunuz? Agop Dilaçar. Bu bilim adamı bir Ermeni’ydi. Ama Türkçede son sözü söyleyen oydu. Soyadına dikkat edin. Bizimkilerin her zorlukta ona başvurduklarını gören Atatürk tarafından Agop’a o soyadı verilmiş. Bizim bilim adamları çalışmıyor, araştırmıyor. Yeni sözcük neden türetmiyorlar,  yabancı sözcüklere neden karşılık bulmuyorlar? Yoksa dilimiz sözcük türetmeye elverişli değil mi? “Türk dili,  dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil bilinçle işlensin.” İşte, cevabı Atatürk verdi. Siz hâlâ İmla Kılavuzu’nun başına “Yeni” getirmekle meşgulsünüz. Belli ki fedakâr insanlara ihtiyaç var.

Fedakâr insanların işidir bu elbette. Önleri kapatılsa da onlar yine de bir yol bulurlar çıkışa. İmla dediniz, 2005’te Yazım Kılavuzu diye değişti. Değiştiren aynı kurum TDK. Bir tutarsızlığın varlığı herkesçe malum. Biz buradan imla kurallarının yanlış kullanımlarına geçelim. İşe önce düzeltme işaretinden başlayalım, ne dersiniz?

İflas eden bir iş adamına uzaktaki arkadaşı telgraf çekmeye gider. “Yaz”, der memura, o da yazar ve metni şöyle bitirir: “... sana yardım ederim ancak karına da ortak olurum.” Memur düzeltme işareti konulmayacak talimatına uyunca iş böyle çığırından çıkar işte. Bu arada birkaç kelimenin yazımına da değinelim. “Birçok öğrenci taktirname ile ödüllendirildi.” Buradaki taktirname, “damıtma belgesi” anlamındadır. Oysa biz “değer verme belgesi” (takdirname) demek istemiştik. Yine beynelminel (arasının arası…) değil beynelmilel (uluslar arası),  harfiyat (anlamı yok) değil hafriyat (kazı) demek isteriz hep.

Dilimizi biz bozuyoruz yabancılar değil demek herhalde yanlış olmaz. Öte yandan yöremizde “yapma yaptırdım”, “deme dedim”, “yapsana da” gibi kelime tekrarları ya da “kitiyrım”, “keltuk” gibi harflerin cinsiyetlerini değiştirmeler de bir başka sorun. Biraz da olumluluklardan bahsetsek iyi olurdu. Örneğin yabancılara verdiğimiz sözcükler hakkında.

Birçok dilde kelimemiz var. Örneğin Hırvatçada 7 bin, Ermenicede 4 bin, Rusçada 2 bin Türkçe kelime var. Bugün Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da Türkçe ismini koruyan semtler var: Topçudere, Kalemeydan, Karaburma bunlardan bazıları. Ancak bir şey söylemek gerek burada. Almanlar aldıkları Türkçe kelimeleri kendi dillerinin yapısına uydurdular. Şöyle ki;

tjoghurt (yoğurt), tschibuk (çubuk), kajak (kayık), baschibosuk (başıbozuk)

 Aynı şeyi Fransızlar da yapmış:

agha (ağa), bardaque (bardak), yourt (yoğurt), chibouque (çubuk)

Bu örnekler neyi gösteriyor bize? Başka dillerden kelime alınabilir ancak kendi dilinin yapısına uydurmak şartıyla. Biz bunu Doğu’dan aldığımız kelimelere uyguladık. “Ahmed”i “Ahmet”, “Mûsa”yı “Musa” yaptık, doğru da yaptık. Peki  “tren”i neden “tiren” yapmadık? Batılı “Kur’an”a “Koran” derken sen trene tiren diyemiyorsun, çok yazık!

Konferansınızda anlatım bozukluklarını ünlülerden verdiniz: Haldun Dormen’den “Dul ve bekârım.”, Armağan Çağlayan’dan “Yavaş atın tekmesi pek olur.”, Maceracı’dan “diyerekten”. Siz, televizyon izlerken zevk almıyorsunuz galiba. Bunu özel soru diye cevaplamayabilirsiniz.

Sürekli yanlış görürsen elbette ki zevk almazsın. Biri “bu öğrencilerin 8 bin tanesi” diyor. Tane sözcüğü insanlar için kullanılmaz. Bir milletvekili “görmemezlikten gelemeyiz” diyor. İki olumsuzluk olumlu sonuç verir oysa. Serdar Ortaç’a bir seyirci “Bomba gibisiniz” diyor. O da “O sizin bombalığınız” diye cevap veriyor. Kara mizah örneklerini izleyen insan bunları izlemekten zevk alabilir mi?

İnşallah bir gün zevkle izleyebileceğimiz programlar olacak. Buraya kadar sorunlara değindik, çözümleri hissettirdik. Çözümü biraz daha açalım. Örneğin gazetelerde bir uzman bulunsun ve bütün yazıları denetlesin. Aynı şey televizyon için de uygulansın. Belediyeler tabelalara Türkçe olma şartı getirsin gibi.

Sizin gazetenizin bu konuda ağabeylerine örnek olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Emin Özdemir’in rahlesinden geçmiş biri olmak ayrıcalıktır hiç şüphesiz. Belediyeler dediniz, Türkçe tabela şartı getirmeli. Bunu 1994’te Karaman Belediyesi başlatmış. Malatya Belediyesi ise var olanları da değiştiriyor. Duyarlılığı ile bilinen Trabzonumuzun belediyeleri de en kısa zamanda bu işe el atacaklardır, buna inanıyorum.

Kanımca önemli bir çözüm de Türkçe ve edebiyat öğretmen adaylarının sınıf geçme notlarının aşamalı olarak yükseltilmesi. Dil bilgisinden 34’le mezun olmuş birinin Türkçeye hiçbir faydası olmayacaktır. İngilizlere bakın, adamlar üniversiteye giren bütün öğrencilere İngilizceyi yeniden öğretiyorlar. Bizde ise göstermelik bir “Türk Dili” dersi var.

Resmi ve özel kurumlarda dil uzmanlarının bulunması şart. Bir raporu, bir tutanağı, bir genelgeyi okuyorsunuz, hiçbir şey anlamıyorsunuz. Türkçe bir metni, bir başka Türkçe metne çevirmeye çalışıyorsunuz. Ya siz Türkçe bilmiyorsunuz ya da o metni hazırlayan. Oysa ikiniz de Türk’sünüz .

Sözün özünde, dil bizim haysiyetimizdir, şerefimizdir dersek bu sorunu da çözeriz.

Röportaj:İsmail TOPAL

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
26 Yorum
Röportaj