Ata'yı Andık

Ata'yı Andık

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, ölümünün 70’inci yıldönümünde yurt genelinde olduğu gibi ilçemizde de düzenlenen çeşitli törenlerle anıldı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, ölümünün 70’inci yıldönümünde yurt genelinde olduğu gibi ilçemizde de düzenlenen çeşitli törenlerle anıldı.

10 Kasım 1938 tarihinde ebediyete intikal eden Mustafa Kemal Atatürk’ü anmak için düzenlenen ve ilçe protokolünün katıldığı ilk tören Atatürk Parkı’ndaki Atatürk Anıtı önünde gerçekleştirildi.

Atatürk Anıtı’na çelenklerin sunulmasının ardından saatler tam 09.05’i gösterirken Türkiye genelinde olduğu gibi ilçemizde de hayat iki dakikalığına durdu.

Tören alanında bulunanların yanı sıra ilçe merkezindeki sokaklardaki tüm hemşehrilerimiz iki dakika boyunca ulu önder için saygı duruşunda bulunurken; seyir halindeyken duran araçlar da klaksonlarını çalmaya başladılar. Belediye itfaiye araçlarının sirenlerinin de çalındığı iki dakika boyunca tüm vatandaşlar Atatürk’ü bir kez daha tefekkür edip kalplerinde yaşatırlarken, iki dakikanın sona ermesinden sonra ise İstiklal Marşı okundu ve gönderdeki Türk bayrağı, tutulan yasın bir göstergesi olarak yarıya indirildi.

Sirenlerin çaldığı sırada İnönü Caddesi üzerinde seyir halinde olan araçların ve caddeden karşıya geçmeye çalışan vatandaşların da oldukları yerde durmaları Ata’ya saygının bir göstergesi olarak yorumlandı.

Çelenk sunma töreninin ardından tüm ilçe protokolü Sağlık Meslek Lisesi, Cumhuriyet İlköğretim okulu ve Atatürk ilköğretim okulları rafından gerçekleştirilen Anma Programı’na geçildi.

Milli eğitim müdürlüğü salonundaki anma programında ise Atatürk’ün kişiliği anlatıldı ve şiirler okundu.

Anma proğramında günün anlam ve önemini anlatan konuşmayı Akçaabat Sağlık Meslek Lisesi Müdürü Kemal Sivrikaya yaptı. Sivrikaya'nın yaptığı konuşmanın tam metni.

 

Sayın Kaymakamım, Değerli Konuklar, Sevgili Öğrenciler,

            Büyük liderler söyledikleri ve yaptıkları ile anılırlar.

            Bugün devletimizin kurucusu, Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 70. yıldönümü dolayısıyla burada toplanmış bulunuyoruz. Onu bir kere daha saygıyla, minnetle ve rahmetle anıyoruz.

Şanlı Türk tarihinde dur durak bilmeyen 57 yıllık yaşam serüveni ateş ve mermi yağmuru altında; fırtınalar ve şimşeklerle geçmişti. Yaşadığı çağ, imparatorlukların battığı ve yerlerine yeni devletlerin kurulduğu, savaşlarla ihtilallerle dolu bir zaman dönemeciydi. Korku ve dehşetin maskesi tüm insanların yüzünde asılı duruyordu. Bu sancılı dönemeçten başarıyla sıyrılabilen birkaç ismin en büyüğü kendisiydi…

Kısacık ömrüne öyle çok şeyler sığdırmıştı ki, inanılmazdı! Düşmanları bile inanamamıştı.

Atatürk’ün önderliğinde dedelerimiz ve ninelerimiz üstlerine düşeni yapmışlar ve büyük bir heyecan içinde geleceği canları pahasına bizler için şekillendirmişlerdi… Peki ya bizler… O heyecanı duyabilir miyiz, hissedebilir miyiz? Elbette yaşayanlar gibi olamaz!

  

            Bugün aslında Atatürk’ü anlamak, değerlendirmek ve günümüze, kendimize pay çıkarmak konusunda açıklamalarda bulunmak istiyorum.

  

            Mustafa Kemal’in daha çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren dünyada meydana gelen siyasi, kültürel, bilimsel gelişmelerin hep ilgisini çektiğini görmekteyiz.  Avrupalı devletler sömürgeci politikalarla Osmanlı Devleti’nin iç işlerine sürekli müdahale etmişlerdir. Bunun sonucunda da birçok ayaklanma ve toplumsal bunalımlar ortaya çıkmıştır. İşte bütün bunlara çözüm arayan bir kişilik olarak Mustafa Kemali gençlerimize vazgeçilmez bir model olarak görmekteyiz.

 

            Askerî okulları başarı ile bitirip, Kurmay Yüzbaşı olarak askerlik görevine başlamış; hızlı bir yıkım sürecine girmiş olan Osmanlı Devleti’nin bir komutanı olarak Trablusgarp, Balkan, Cihan Harplerinde gözünü kırpmadan cepheden cepheye koşmuştur.  Kendisi birçok askeri başarılara imza atmıştır. Fakat Osmanlı Devleti’nin yenik olarak ayrıldığı bu savaş sonrası işgale uğraması, işgaller karşısında Osmanlı Hükümeti’nin sessiz kalması ve Türk Milletinin yok sayılması artık bardağı taşıran son damla olmuştur.

      Bu süreç içerisinde, Osmanlı Devleti’nin siyasi, ekonomik, bilimsel ve kültürel açıdan çöktüğünü; artık yaşatılmasının imkânsız olduğunu gözlemleyen Mustafa Kemal,  milletçe mücadele başlatılıp cumhuriyet idaresine dayalı tam bağımsız yeni bir Türk Devleti’nin kurulması gerektiğine karar vermiştir. “ Bağımsızlık benim karakterimdir “  sözü çok önemlidir.

 

           

            1919’da “Ya istiklâl ya ölüm” parolasıyla yola çıkarken içindeki bu düşünceyi milli bir sır olarak gizlemişti. Yolculuğu sırasında “ elinde maddi hiçbir kuvvetin bulunmadığını, sadece asil Türk milletine güvendiğini” düşünmekteydi.  Başarısını milletine borçluydu. Başarısının sırrını  “Türk Milletine inanmak ve güvenmek.” olarak görmüştür.

 

            Yurdumuzun işgali karşısında Türk Milletine güvenen Mustafa Kemal, Amasya’da, Erzurum’da, Sivas’ta, günün şartlarında yaptığı toplantılarda milleti tek yumruk haline getirmiş, TBMM’yi açarak millet egemenliğine doğru da önemli bir adım atmıştır. Artık aşılmayacak bir engel kalmamıştır. Mustafa Kemal’in o günkü sorunlar için uyguladığı bu yöntem günümüz Türkiye’si için de model olmaya devam etmektedir: Ülkemize yönelik her türlü dâhili ve harici tehdide karşı tek çözüm millî birlik ve beraberliktedir.

 

Yıl 1922. Düşman yurdumuzdan sökülüp atılmıştı. Fakat milletimizi yıllardır içten içe kemiren en büyük düşmana sıra gelmişti: Cehalet ve her alanda geri kalmışlık. Mustafa Kemal Atatürk, ülkeyi ve toplumu çağdaş uygarlık seviyesi üzerine çıkarmak için yeni bir mücadele başlattı. Siyasi, hukuki, ekonomik, toplumsal, eğitim ve sağlık alanlarında milleti geri bırakan unsurlara savaş açılmış, yapılan inkılâplarla kısa zamanda Türkiye düzlüğe çıkarılmıştı.

            Mustafa Kemal bütün bunları başarırken asla bir diktatör olmadı.  Halkın desteğini alamayan bir liderin başarılı olduğu da zaten vaki değildir. Sürekli toplum yararını düşündü. Halkın ihtiyaçlarını sormadı, gördü ve hissetti.  Amacı her zaman çağdaş bir toplum yaratmak ve yaşatmak oldu. Milli kültürümüzü çağdaş uygarlık seviyesine yükseltirken taklitçiliğe karşı oldu, her zaman yararlı olanları aldı. 1923 – 1938 Türkiye’de adeta çağ atlandı. O’nun çağdaş uygarlık parolası bugün de geçerli olan “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”, sözü olmuştur.

            1921 yılındaki şu olay Mustafa Kemal’in düşmanı nasıl doğru tespit ettiğini gösteren ilginç bir örnektir.

            1921 yılıydı. Yunanlılarla kritik Kütahya –Eskişehir Muharebeleri yapılmaktadır. O sırada Ankara’da Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi bey’in düzenlediği Maarif( Eğitim) Kongresi 15 Temmuz’da düzenlenecek ve Türk devletinin eğitim politikasının nasıl olacağı görüşülecektir. Hamdullah Suphi Bey çekinerek Atatürk’ün huzuruna çıkar ve:

    “ – Paşam” der. Mustafa Kemal Paşa dalgın ve düşüncelidir:

    “ – Buyurun” der. Hamdullah Suphi:

    “ – Vaktinizi almak istemiyoruz. Öğretmenler derneği birkaç gün sonra Ankara’da toplanacak, 200’den fazla öğretmen katılacak. Cepheden Fevzi Paşa’yı dinleyince savaşın yoğunlaştığı bir sırada böyle bir toplantı size ayak bağı olabilir. Uygun görürseniz erteleyelim.” deyince, Mustafa Kemal Paşa:

      “ – Hayır, hayır ertelemeyin, cahillikle, ilkellikle savaş, düşmanla savaştan daha az önemli değildir. Toplantıya katılacağım ve konuşacağım.” der.

  

           

Mustafa Kemal Atatürk’ün siyasi deha ve örnek oluşuna da kısaca değinmek istiyorum.

            İsmet İnönü, “Atatürk’ün siyasi kudreti esasen askeri kudretinden daha fazlaydı” derken, dünya tarihinin en ateşli devresinde izlediği iç ve dış siyasetle adeta günümüz yöneticilerine büyük bir model oluşturmaktaydı. Öylesi karışık bir dönemde, Batılı emperyalist devletlere karşı, Bolşevik Rusya’nın siyasi desteğini sağlayarak başarılı bir dış politika izlemiştir. Savaş sonrası dönemde de değişen dengeleri göz önüne alarak,  bölgesel paktlar kurulmasına önayak olmuş dünya barışına katkıda bulunmuştu.  Daha sonra komünizmin Türkiye için tehdit oluşturması üzerine Türkiye’nin yüzünü Batıya çevirmiş -denge siyaseti izlemiş-  ve Türkiye’yi tehlikelerden uzak tutmasını bilmiştir. Ayrıca izlediği ince siyasetle Misak-ı Milli’ ye ters kalmış bir takım engelleri de aşabilmiştir. O’nun “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesi, bugün birçok dünya liderinin örnek alması gereken prensibidir.

 

Değerli konuklar, sevgili öğrenciler,

Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamından alacağımız birkaç kesit, Onu anlamak ve değerlendirmek adına daha faydalı olacağının kanaatindeyim.

             

            Mustafa Kemal Paşa eşi Latife Hanımla Mersin’e davet edilmiş…

    Millet Meydanı’ndaki katlı sahneye yerleştirilmiş bir çift kral ve kraliçe tahtını görünce beyninde şimşekler çakmış:

     “ – Bu ne maskaralıktır, bunlar çok anlamsız” diye tepki göstererek, mahiyeti ile birlikte tahta sandalyelere oturmuş, bu davranışla olayı protesto etmişti.

    Atatürk haklıydı. Kral ve kraliçe olacaksalardı ne diye Kurtuluş Savaşı yapmıştı bu millet?

            Yine Konya Valisi, Atatürk onuruna bir ziyafet veriyordu. Konya Milletvekilleri de oradaydı. Söz Milli Mücadeleden açılınca Refik KORALTAN:

    “ – Her şeyi yapan sensin, bütün varlığımızı sana borçluyuz, sen olmasaydın başka hiç kimse hiçbir şey yapamazdı. Allah seni başımızdan eksik etmesin.” deyince, Atatürk’ün neşesi kaçmıştı:

    “ – Beyefendi bütün yapılanlar Türk Milletinin eseridir. Milletin başında bulunmak bizler için bahtiyarlık olmuştur.” der.     

      Refik Bey:

    “- Paşam bu kadar tevazua tahammülümüz yoktur.”

      Atatürk iyice sinirlenmişti:

     “ – Efendim izin veriniz, ortada tevazu falan yok. İçerde ve dışarıda şahsıma karşı suikastlar tertip edilmesinin hikmeti nedir hiç düşündünüz mü? Bunların bizimle şahsi bir alıp veremeyeceği var mı? Hayır. O halde neden beni ortadan kaldırmak istiyorlar cevap vereyim. Çünkü beni ortadan kaldırdıklarında Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkabileceklerini zannediyorlar. Sizin sözleriniz de onların sakat düşüncelerine benziyor.

     Atatürk daha kararlı bir ses tonuyla:

    “ – Efendiler! Türkiye Cumhuriyetini benim şahsımla kaim zannedenler çok aldanıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti, her manası ile Büyük Türk Milletinin öz ve aziz malıdır. Kıymetli evlatlarının elinde daima yükselecek, ebediyen payidar kalacaktır.” der.

            Bana, insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük TÜRK olarak dünyaya gelmemdir.

           

Atamızı saygı ve minnetle ile anıyor ve hepinize saygılar sunuyorum.

 

 

 

Kemal SİVRİKAYA

Akçaabat Sağlık Meslek Lisesi Müdürü

 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Haberler