Gökhan KURUÇELİK

Gökhan KURUÇELİK

İNSAN-İ ŞİFRE

Geçmiş zamanlarda insanoğlunun imkânları düşünüldüğünde birçok konuda olduğu gibi sağlık alanında da yüksek bir ilim ve pratik bilgi doğrultusunda yapılanlar düşünüldüğünde hiç de küçümsenmeyecek bir tecrübeye sahiptiler.

Ortada ne bir mikroskop ne bir görüntüleme cihazı yokken 932 yılında İbn-i Sina küçük kan dolaşımından ve çok küçük canlılar olup gözle görülmeyen mikrop, bakteri ve virüslerden nasıl haberdar olabiliyor. Hastalıkların teşhis ve tedavisi konusunda eski âlimler öyle bir boyuta gelmişler ki bugünün imkânları düşünüldüğünde 2010’lu yılların o çağların gerisinde kaldığından söz edebiliriz.

Endülüslü yıllarda büyük âlim Zehravi, öyle ameliyatlar yapıyordu ki bugünkü cerrahlara taş çıkartırcasına.

Bu kısa örnekleri verdikten sonra eski âlimlerin insan anatomisi üzerindeki bilinmeyeni açan ana anahtardan bahsedeceğiz. Bu aslında tedavi biliminin ve insanın da şifresidir.

Evet, 4 unsurdan bahsediyoruz. İnsanı meydana getiren 4 temel taştan: Ateş, hava, su, toprak.

Bunlar insanoğlunun yaratılışında kimyasında yer alan 4 ana maddedir. Bu ateş, hava, su, toprak maddeleri insanda yer alışındaki oranları 4’ünden birinin baskınlığı şeklindedir. Bu 4 temel unsura göre yaratılan insanda baskın olan unsurun tabiatına göre o kişinin karakteri, hastalığı ve mizacı belirlenir.

Bu 4 unsurun kendilerine has tabiatları vardır. Ateş ve hava unsurlarının tabiatları sıcaktır, su ve toprak unsurlarının tabiatları da soğuktur. Eski hekimler de insan hastalıklarını, sıcak ve soğuk olarak ikiye ayırmışlar; bunları da kendi aralarında sıcak-kuru, sıcak-nemli, soğuk-kuru, soğuk-nemli diye 4’e ayırıp hastalıkları, insan organlarını ve verilecek ilaçları derecelendirmiştirler.

Kısaca bu 4 temel unsurun bazı özelliklerine yüzeysel olarak değinelim:

Şöyle ki; bir insanda ateş unsuru baskınsa, bu insanın karakteri öfkeli, çabucak kızan tepkili ve yıkıcıdır; vücudu safra fazlalığından dolayı sıcaktır. Hastalıklı organı safra’dır. el ve ayakları devamlı yangın halinde olduğu gibi sıcaktır, soğuk olan nesneleri tutmak ister. İbn-i Sina’ya göre ateş tabiatlılarda bulunan gözlerin ve benzin sarı rengi, ağızdaki lezzet, dilin pürüzlü ve kuru oluşu, kuru burun delikleri, serin rüzgârlara duyulan istek, süratli nabız, iştah eksikliği, yeşil ve sarı renkteki safralı kusma ile mide bulantısı, gerilimli, deride böcek sokması gibi sık sık batma hissetmeleri kişinin tabiatında fazla ateşin hâkim olduğunun işaretidir.

  Eğer hava unsuru baskınsa o insan aniden tepki verip parlayan, öfkesi bir anlık rüzgâr gibi esip geçen bir karakterde olur. Hastalıkları genellikle kalp ve kan hastalığıdır. Zaten hava unsurunun insan anatomisindeki özelliği itibari ile kan hıltını harekete geçirmekte ve mizacını belirlemektedir. Bu insanların genellikle kalp, kan dolaşımı, kan hastalıklarına yakalanmaları beklenen bir durumdur.

Toprak tabiatlı soğuk bir mizaca sahiptirler. İmam Suyuti’ye göre; toprak tabiatlıların hastalık organı dalaktır. Dalağın tabiatı soğuk ve kurudur. Dalak hastalandığında beyine baskı yaparsa beden zayıf, tırnak ve kıllar zayıf, idrar az ve bedende kuruluk varsa hastalık dalaktandır. Dalak, vücudu istila ederse kulak, burun, boğaz, kan, cilt, kalp ve bağırsak gibi hastalıklara meyilli olurlar.

Su tabiatlı insanlar soğuk mizaçta ve melankolik kişiliklere sahiptirler. Büyük İslam tıp bilgini İmam Suyuti’ye göre de bu tabiatlıların hastalık organı midedir. Midenin tabiatı soğuk ve nemlidir. Balgam mideye baskı yapıp akciğerlere sıçrarsa hareket zorlaşır, ağrılar daha ziyade dizde ve belde, solunum yollarında sıkışma, idrar beyazımsı ve renk kurşuni olduğunda vücudu balgam istila etmiştir, hastalık balgamdandır. Balgamın vücuttaki yeri akciğerlerdir. Balgam mideye tazyik ettiğinde; sindirim sistemi bozukluğu, salgılardaki bozulmalar, öksürüklü hastalıklar, bağırsak ülseri, boğaz hastalıkları ve akciğer kanseri gibi hastalıklara meyilli olurlar.

 Evet, sevgili okuyucularım; bu 4 temel unsura kısaca değindik. Eskimeyen hekimlerimiz insanı muayene ederken onu fizyogenomisine göre değerlendirir, ona vereceği ilaçları da bu doğrultuda tabiatı ile orantılı verirdiler. Dolayısıyla hastalıkların teşhisi kolay olmakta, tedavisi ise karmaşıklıktan uzak, kesin ve net sonuca gitmekteydi. Bu çağda bu teknoloji ile içinden çıkılamayan hastalıklar, sonuçsuz tedaviler düşünüldüğünde Aristo’dan, Hipokrat’tan, İbn-i Sina’dan bugüne kadar gelmiş olan bu yaklaşımın modern tıp tarafından bir kenara itilişi düşündürücüdür.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar