İBADET VE ÖNEMİ

“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan rabbinize kulluk ediniz ki, O’na karşı gelmekten korunmuş olabilesiniz.” (Bakara, 2/21).

Hz. Aişe diyor ki: Peygamberimiz mübarek ayakları şişinceye kadar geceleri ibadet ederdi. Bunun üzerine kendisine, “Ey Allah’ın Resulü geçmişte ve gelecekteki günahların bağışlandığı halde niçin böyle yapıyorsunuz?” diye sorduğumda O, “Rabbime şükredici bir kul olmayayım mı?”  cevabını vermişti. (Buhârî, Teheccüd, 6).

Yüce Allah kâinatı ve içindekileri boş yere yaratmamış, sorumsuz ve başıboş bırakmamıştır. Allah’ın yarattığı her varlığın bir gayesi ve anlamı vardır. Kâinatı insan için, insanı da Allah’ı bilip tanısın, O’na yönelsin ve kulluk etsin diye yarattı (Zâriyât, 51/56). Şuurlu ve iradeli olan herkes Cenab-ı Hakk’ın kuludur. Kulluğun en güzel şekli ise ibadettir. “Haberiniz olsun ki kalpler ancak Allah’ı anmakla tatmin bulur.” (Ra’d, 13/28) mealindeki ayet bunu ifade etmektedir.

İbadet; kulluk yapmak, itaat etmek, boyun eğmek anlamları vardır. Bu anlamda Cenab-ı Hakk’ın  rızası gözetilerek yapılan her iş ve davranış birer ibadettir. İnsanın yaratılışında, doğasında kendinden üstün olan varlığa ibadet etme ihtiyacı vardır. Tarihten bu güne kadar  hak veya batıl bütün dinlerde ibadet mevcuttur. Şuurlu ve irade sahibi olan insanların ibadeti ise nimetleri veren Cenab-ı Hakk’a yapılmalıdır.  “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56) emri ile kullardan istenmektedir.

  Kur’ân-ı Kerim’in beyanıyla,  kainatta bulunan her şey, lisan-ı hal ile, Allah’ı tesbih edip, O’na ibadet eder.  Yıldızlar, dağlar, taşlar ve ağaçların yanı sıra hayvanlar, gökte uçan kuşlar  ve diğer varlıklar da Cenab-ı Hakk’a ubudiyet arz eder. Bu durum bir ayet-i celilede şu şekilde ifade bulur: "Hiç bir şey yoktur ki, Allah'ı tesbih etmesin." (İsrâ, 17/44)

En üstün yaratılışa sahip olan, nimetlerden en çok istifade eden ve ona ihtiyaç duyan insanın, ibadet ve taatten uzak kalması düşünülemez. İnsan, “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr, 15/99) emri gereği hayatını ibadet ile geçirmelidir.

Değerli okuyucular!..

İnsanların ve cinlerin yaratılış gayesi yukarıdaki ayette ifade edildiği gibi “Allah’a ibadet”tir. Ama ne yazık ki insan bazen  kula, bazen nefsine, bazen dünya menfaatlerine, bazen gazap ve ihtiraslarına, bazen gerçek diye bildiği bir hayale veya ideolojiye, bazen bâtıl mâbutlara da aynı şekilde yönelir. Ama ne olursa olsun ve neye olursa olsun kâfiri, mü’mini, fâsıkı, âbidi, iyisi ve kötüsüyle bütün insanlar mutlaka ibadet etmektedir.

İnsan neden ibadet eder, maslahatı yararı nedir?

Tabiî ki öncelikle Cenab-ı Hakk’ın emridir. Ama bunu yanında kişiye haz verir, zevk verir, ruhları teskin eder, ahlakı güzelleştirdiği gibi fert ve toplumu olgunlaştırır, imanı kuvvetlendirir.

İnsan, beden ve ruhun birleşmesinden meydana gelen bir varlıktır. Bedenimizin yemeye içmeye ihtiyacı olduğu gibi, ruhumuzun da gıdaya ihtiyacı vardır. Ruhun en önemli gıdası, sağlam bir iman ve ihlâsla yapılan ibadettir. İnsan  kalbinin ve ruhunun gıdasını vermeyecek olursa ruhta buh­ran,  kalpte ise ıstıraplar baş gösterir.

İbadetlerin salih olması için ön şart imanın olmasıdır. İman olmazsa salih amel olmaz; salih amel olmazsa iman ayakta duramaz.

 Değerli okuyucular!..

 İbadet, imanımızın olgunlaşmasını ve güçlenmesini, kalbimizde Allah sevgisi ve saygısının yerleşip gelişmesini sağlar. Ruhumuzu yüceltir, bizi kötü düşüncelerden ve günah kirlerinden arındırır, davranışlarımızı düzelterek bizi ahlaken olgunlaştırır. Böylece ahirette cezadan kurtulmamıza ve ebedi mutluluk yurduna girmemize sebep olur.                            

İbadetlerin tümünde nefs terbiyesi vardır. Her türlü günaha mani olması cihetiyle namaz, muhtaçlara yardım cihetiyle zekât, şefkat ve merhamet hislerini canlandırması cihetiyle oruç, peygamberlere bağlılığı ifade cihetiyle Hac,  Hakk’ın hâkim kılınmasına vesile olması cihetiyle cihat  önemli ibadetlerdendir 

İbadetin sadece Yüce Allah’ın emrettiği namaz, oruç ve hac gibi hususlardan ibaret olduğu anlayışı doğru değildir. Geniş anlamıyla, Cenab-ı Hakk’ın rıza ve hoşnutluğuna uygun düşen her şey ibadet olarak kabul edilir. Peygamber Efendimiz “Müslüman; eliyle ve diliyle başkasına zarar vermeyen kimsedir.” ifadesi ile her tavır ve davranışımızın ibadet şuuru ile yapılması gerektiğini ifade etmiştir.

Öyleyse yüce Allah’ın rızasıyla örtüşen her iş, hareket, eylem, tavır, davranış ve niyet birer ibadettir. Yani, namaz, oruç, hac ve zekât, ilim, yetimi korumak, kötülüğü engellemek, iyiliği yaymak gibi ödevleri yerine getirmek ibadet sayıldığı gibi; içki, kumar, zina, faiz ve rüşvet gibi Yüce Allah’ın yasakladığı hususlardan O’nun rızası için uzak durmak da ibadetin ta kendisidir.

Daha geniş anlamda yaratılana merhametten şahadete, sadakadan alışverişteki yazışmaya, güzel söz söylemekten yolda ki ezayı kaldırmaya, sıkıntılara sabretmeye kadar her şey ibadet kabul edilir. Öyleyse bilinçli hareket eden insanın, halis bir niyet ve güzel bir bakış ile günlük yaptığı salih salih olan rutin davranışlar, ibadete çevrilir.

Peygamber Efendimiz “İbadet yetmiş çeşittir. En faziletlilerinden biri de helal rızık kazanmaktır.” buyuruyor. O halde, çoluk çocuğun rızkını temin etmek bir ibadet olduğu gibi, topluma yararlı olma niyetiyle üretken bir tavır sergilemek de ibadettir.

Sadece mal ile ya da sadece beden ile yapılanlar hem mal hem de beden ile yapılan ibadetlerin kendi şart ve standartları içerisinde değerlendirilmesi gerekir. İbadet olarak saydığımız herhangi bir iyilik farz orucun yerine geçmediği gibi; bir ibadet yapılmadı diye de tüm ibadetler terk edilmez. Peygamber Efendimiz “Allah’ın en çok sevdiği ibadet az da olsa devamlı olanıdır” (Buhârî, İman, 32) hadis-i şerifiyle bu noktaya dikkat çekiyor.

Elbette ki, farz,  vacip,  sünnet,  müstehab ve mubah olarak isimlendirilen ve dini gerekliliklerden yapılması zorunlu olanlar ile yapılması ‘hoş karşılanan’ gönüllü vazifeler mertebe, derece ve ecir bakımından birbirinden farklıdır. Hiçbir ibadet diğeriyle takas edilemez, diğerinin yerine geçmez.  

 Fakiri doyurma erdemliğini yaşayan şefkatli ve varlıklı insan, borcu olan hac vazifesinden ya da üzerine görev olan kurban ibadetinden kurtulamaz. Ancak, sergilediği o güzel tavrın mükâfatını da alacaktır.

Ahiret hayatındaki konumu belirleyeceği için dünya hayatı kul icin son derece önemlidir ve iyi değerlendirilmelidir. “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanar?”, (Kıyamet, 75/36) ayeti ile bu sorumluluk hatırlatılmaktadır. Öyleyse halis bir niyetle, belli vakitlerde, belli şekillerde ve usulüne uygun olarak yapılan ibadetlerin yanında, sıradan günlük uğraşlarımız ve davranışımız da ibadete dönüşmelidir.

Konumuza yine bir ayet-i celile ile son noktayı koyalım:

“Ey Âdemoğulları! Ben size şeytana tapmayın. O, sizin apaçık düşmanınızdır. Bana ibâdet edin bu doğru yoldur diye bildirmedim mi?” (Yâsin, 36/60-61).

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar