Türkmen ile Çok Özel

Türkmen ile Çok Özel

Türkmen ile Çok Özel

Şefik Türkmen; Trabzon siyasi hayatında ve bürokratik hayatında önemli bir yeri olan, değerli bir siyasetçi, değerli bir hizmet adamı, Belediye Başkanı. Akçaabat’a damgasını vuran hakikaten iz bırakan bir Belediye Başkanı. Bugünkü röportajımızda Akçaabat Belediye Başkanı Şefik Türkmen’i konuşacağız, Akçaabat’ı konuşacağız, Trabzon’u konuşacağız, Büyük Şehri konuşacağız. Önce Şefik Türkmen’i tanıyalım. Şefik Türkmen kimdir? Çocukluğu, kardeşleri, anne, babası... Buyrunuz…

 

Şefik Türkmen: Ben Akçaabat’ın şimdi Çınarlık Mahallesi, eski Çınarlık Köyü’nde doğdum. Eski ismi Lefka ama ben yeni isimlerle anılmasını istiyorum. O açıdan biraz hassasım. Şöyle düşünüyorum parantez içinde söyleyeyim. Şimdi bu eski isimleri de birileri koydu. Tabi dünya insanlık tarihi çok eski. Buralardan çok insanlar geçti. Çeşitli gruplara dahil, uyruklara dahil insanlar geçti buralardan. Bazen harman oldu bazen muhacir gitmek zorunda kaldı. Ama bu isimleri birileri koydu. Şimdi bizde buralardayız. 1461’de Trabzon fethedildiğine göre 600 seneye yakındır Trabzon’dayız ve buralara isim koyduk. Bizim koyduğumuz isimlerle anmanın da güzel ve daha doğru olacağını düşünüyorum. Yerleşmiş isimler var. Yerleşti yani bu isimler. Türkçeleştirildikten sonra yerleşmiş isimler. Ama bakıyorum eski isimlere bir özenti var. Yani ben gerek duymuyorum. Örnek olarak Düzköy ismi çok yerleşmiştir. Ama Düzköy Yaylası yakın zamana kadar hep Düzköy Yaylası bilinirdi. Ama birileri ısrarla Haçka Yaylası diyor. Düzköy’ün Haçkalı Yaylası diyor.  Düzköy’ün Düzköy Yaylası güzel. Çok yerleşmiş bir isim ve hakikaten oturmuş bir isim. Böyle yeni isimleri kullanmak lazım diye düşünüyorum?

Gazeteci: Bu önemli ayrıntıyı da aldıktan sonra devam edelim

Şefik Türkmen: 1949 yılında eski ismi Çınarlık Köyü şimdiki ismi Çınarlık Mahallesi’nde doğdum. 8 yaşına kadar camiye, yani çok küçük yaşlarda köyün camisinin mektebine diyelim. Oraya devam ettim. Her caminin yanında bir Mektep vardı. Orada çocuklar okuyordu. Gündüzleri orada çocuklar ders alırlar, başka bir yeri yoksa. Bazen belki hem mektep hem de lokal gibi bir yer olabilir. Ama bizdeki genellikle bizim bu köylerimizde o zaman öyleydi. Camilerin bir mektebi vardı. Gündüz orada çocuklar ders alırlar. Ders görürler. Akşamları da büyükler otururlardı. Camiye gelip ibadetlerini yaptıktan sonra camiden çıktıktan sonra veya camiye girmeden önce sohbetlerini yaparlar o mektepte. Oraya devam ettim. Yani küçük yaşta.

Gazeteci: Diploma veriyorlar mıydı ?

Şefik Türkmen: Yok diploma vermiyorlardı. Ama ileri düzeydeki ve kabiliyetli çocuklardan bazılarını eğer hoca da yeterliyse daha ileri noktalara taşıyabiliyorlardı. Dini dersleri, Dini Kitapları daha ileri kitapları okutabiliyorlardı. Hutbe okumasını öğretiyorlardı. Tamamen dini bir eğitim alıyorduk.

Gazeteci: Anne baba köydemiydi? ve kaç kardeşsiniz ?

Şefik Türkmen: Anne baba köydeydi. Biz 13 kardeşiz. İki anneden 13 kardeşiz. Diğer anneden 10 kardeş. Öbüründen 3 kardeş. Ben 10 çocuktan 2.sıradayım. Ablam var. Ablamla birlikte camiye gitmeye başladım. Yani konuşmaya başladım, camiye ablamın peşine takılıp camiye gitmeye başladım. Elime hoca ‘elif’ ‘ba’ yazarak elime verdi. Böylece onları öğrendim. Daha sonra Kuran-I Kerim’i hatim etmeye başladım. Birbirimizle yarış halinde en hızlı kim okur falan şeklinde. İki dakikaya kadar bir sayfayı 2 dakikaya kadar indirebilmiştim. Ama arkadaşlarımızdan bir buçuk dakikada okuyanlar vardı. Çok kabiliyetli olanlar vardı ama ben 8 yaşında okula başladım. Sabahları erken saatte camiye gidiyorum. Ondan sonra saat 8 buçuklarda da tek başımıza okula gidiyorduk. Koşarak yamaçlardan.

Gazeteci: Okul yolu ne kadar sürüyordu?

Şefik Türkmen: İşte biz tabi çocuk olduğumuz için 15-20 dakikada koşarak gidiyorduk. Zaten sabah camiye gittiğim için biraz geç kaldığım için koşarak giderdim. Böylece ilkokulu bitişik köyümüz olan Yeşiltepe’de bitirdim. O arada 4.sınıftayken Akçaabat Merkez İlkokulu’na geldik. Merkezde o zamanlar terzilik kursları vardı. Ablamı kursa vermişlerdi. Dedem ve babaannem burada ablamla beraber duruyorlardı. “Siz de gelin burada okuyun” dediler. Bir müddet Akçaabat Merkez’de okuduk ama burayı sevmedim ve benimsemedim. Çarşıda gezerken köydeki öğretmenimi gördüm. Köydeki okullar o zamanlar bir ay geç açılıyor. ‘Nasıl memnunmusunuz?’ dedi ‘Memnun değilim’ dedim ‘Dönün geri. Gelin tekrar geri’ dedi. Bizde o zamanlar evin büyüğü dedem. Dedeme ‘Biz köye dönmek istiyoruz tekrar” dedim. Dedem de ‘olsun’ dedi. Aldı bizi köye, İlkokulu köyde bitirdim. İlkokuldan sonra Akçaabat’a geldim. Ortaokulu Akçaabat’ta okudum. Başarılı bir öğrenciydim okulun en iyi öğrencilerinden biriydim.s onra bitirdim. Akçaabat’ta lise yoktu. 1963-64 yıllarında bitirdim. Burada lise olmadığı için Trabzon Lisesi’ne imtihanla girdik. O zamanlar Trabzon Lisesi’ne çok talep var. İşte Ticaret Lisesi ve bazı branş okulları var ama onlara talep olmuyor. Trabzon Lisesi’ne daha çok talep oluyordu. İlçelerde de lise olmadığı için herkes Trabzon Lisesi’ne gitmek istiyordu. Öğrenci sayısı çok fazla olduğu için imtihan yapıyorlardı. Trabzon Lisesi’ne imtihanla girdik ve liseyi Trabzon Lisesi’nde okudum. Çok iyi öğretmenlerimiz vardı. 1966-67 döneminde mezun oldum. 

Gazeteci: Bu arada köydeki hayat nasıl gidiyor? Yani köyün neresindesiniz ?

Şefik Türkmen: O günlerde köyle ilişkim köydeki çocuklardan hiçbir farkım yoktu. Okula gidiyordum. Trabzon Lisesi’nde gündüz okudum. O zamanlar yatılı da vardı ama biz bilmiyorduk. Bilseydik belki yatılı imtihanına da girerdik ve kazanırdım da. Çok okuyan insan tanımıyorduk. Köyümüz tütüncü (rençber) köyü olduğu için. Halkımız rençber olduğu için çok okumuyor. Bizden öncede köyde söylediğim gibi. Köyde durup okuyan yok. Akçaabat’ta benim köyümden çok insan vardı. Onlar okuyordu ama köyde durup okuyan yoktu. Biz bile ilkokula giderken bile boş zamanlarımızda köydeki çocuklar gibi her şeyi yapardık. Ortaokulda da, lisede de köydeki çocuklar ne yapıyorsa bizde aynısını yapardık. Trabzon Lisesi’nde okuyoruz. Hiç unutmuyorum bunları. Bizim tütün işimiz var çok yoğun bir iş. Tabi büyüklerimize yardım etmek istiyoruz. Annemize babamıza. Hafta sonları yardım etmek istiyoruz. Cumartes- Pazar gidiyoruz. Onların halini görünce çok zor tütün işi. Dersi bir tarafa bırakıp onlarla beraber çalışıyoruz. Ne yapıyorlarsa bizde onu yapıyoruz. Pazartesi günleri Trabzon Lisesi’nde nasıl yapsam da bizi görmeseler sözlüye kaldırmasalar diye korkardım. Yani tarih öğretmenimiz vardı Ayşe hanım. Pazartesi günleri açardı defterini ‘defterciyim’ derdi. ‘Yavrum getir şu defterciğini’ dediği zaman bizi ter basardı. Çünkü Cumartesi-Pazar yeni dersi okumuş olman lazım. Yeni dersi okumuş olacaksınız. Sözlü yapacaksa ilk sorusu ‘yeni dersi anlat’ olurdu. Daha okunmamış ders. Çıkıp tahtada anlatacaksınız. Cumartesi-Pazar baba ve annenizle beraber çalışmışsanız, dersi nasıl anlatacaksınız. Öyle sinerdim ki görmesin beni diye. Diğer günler tabi telafi ederdik onu ama Pazartesi günleri sıkıntı yaşardık.

Gazeteci: Matematiğiniz güçlü ve dolayısıyla Matematik/Fen bölümünü düşünüyorsunuz. Mühendis olma fikri ne zaman kafanızda oluştu?

Şefik Türkmen: Ben Trabzon Lisesi’nin Fen kolundan mezun oldum. 6 Fen A sınıfındaydım. Matematik dersini de diğer Fen dersleri gibi çok seviyordum. Matematiği çok seviyordum. Hatta ilkokulda da bununla ilgili anılarım var. İlkokulda herkes diyorki. Bunun matematiği çok iyi diyorlar. Burada bir okulumuza yakın şoförlük yapan iki kardeş var. Birisinin ismi Sait Kasap’tı. Bunlar bana soru soruyorlar. Bunlarda ilkokul mezunu. İlkokulu Şinik Köyü’nde okudular. Sefere gidiyorlar kamyoncu bunlar. Dönüşte her zaman bana soru getiriyorlar. Bana soru soruyorlardı. Benim matematikte gelişmemin sebeplerinden birisi de onlardır. Beni hiç rahat bırakmıyorlardı. O zaman ilkokulda okurken benim seviyemin üzerinde sorular soruyorlardı bana. Yani cebirle yapılabilecek. Şimdi bakıyorum çocuklar ilkokulda yapabiliyorlar. Bizim zamanımızda ilkokulun seviyesi daha düşüktü. Mesela ‘Gökte bir tabur karga var. Yerde de bir topal karga var. Gökteki bir tabur karga, yerdekine selam veriyor. “Selamın aleyküm topal karga”. O da “aleyküm selam, yüz karga” diyor. Topal karga gökteki uçan tabura söylüyor. Onlarda diyor ki “Biz yüz karga değiliz. Biz isteriz biz kadar bizim yarımızın yarısı kadar. Yarımızın da yarısı kadar. Birde sen gelirsin ki olalım yüz.” Bul bakalım kaç karga var yukarıda? İlkokulda okuyorum. Tabi bu cebirle çok kolay. Şimdiki çocuklarda cebir öğrenmeden yani x falan öğrenmeden. Bu soruları yapabiliyorlar. Bizim zamanımızda bunlar müfredatta olmayan şeylerdi. Okulla köyümüz arasında hiç yerleşim olmayan bir bölge vardı. Oralarda kırlardan hendeklerden geçiyoruz. Bir hendek vardı rüzgarda almıyor. Oturup bu soruları oralarda yapardım. Dolayısıyla matematiğe karşı çok büyük bir sevgim vardı. Liseyi bitirdikten sonra üniversite o zaman bu merkezi sistem yeni başlamıştı. Klasik sistemde devam ediyordu. İstanbul Teknik Üniversitesi klasik sisteme dahildi. Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi ayrı bir imtihan yapıyordu. Biz Merkezi sistem imtihanına girdik. 6 yer tercih ettik. Aldığım puanla da 6’sına da giriyorum. Başa Tıp fakültelerini yazdım. Aşağıya neler varsa sıraladım. Karadeniz Teknik Üniversitesi de var. Onu da yazdım. İnşaat mühendisliğini yazdım. Tabi merkezi sistemde İTÜ, Orta Doğu falan yok. Sonra aldığımız puan iyi puan birinci sırada Tıp Fakültesi var. İstanbul Tıp Fakültesi var. Çok gitmek istemiyorum ama ailem doktor olmamı istiyor. Bende inşaat mühendisi olmak istiyorum. Diğer mühendisliklerinde hiç birini arzu etmiyorum. İnşaat mühendisliğini istiyorum. Sebebi de şu; İlkokuldayken ‘Okursam inşaat mühendisi. Okumazsam da kamyon şoförü olacağım’ diyordum. Yukarıda da anlattığım gibi o kamyon şoförlerini. Onların böyle uzun burunlu kamyonları vardı. Uzun burunlu, kırmızı araba. Hiç toz kondurmazlardı ona. Öyle neticede biz İstanbul Tıp Fakültesi’ne kayıt olduk ama orada okumak istemiyorum. Sevmiyordum. Doktor olmak istemiyordum. Sonra devam edeyim mi? etmeyeyim mi? diye aklımda sorular var. O zaman telefonlaşma yok. Buraya ‘Ben buradan ayrılmak istiyorum’ diye mektup yazıyorum. En son mektuba babamdan ‘Sen bilirsin’ diye cevap geliyor. Sağa sola soruyoruz. Akıl alıyoruz. Bizim Trabzon Lisesi’nin eski müdürü vardı. Adil Teoman. Orada Vefa Lisesi’nde müdür idi. Dedim ki gidip akıl sorayım. Gittim durumu anlattım. ‘Ben burada Tıp Fakültesi’nde okuyorum. Ama mühendis olmak istiyorum. İstanbul teknik Üniversitesi’nin de imtihanına girip inşaat bölümünü kazandım. Karadeniz teknik Üniversitesi’ni de kazandım. Burada da tıp fakültesinde okuyorum. Ne dersiniz’ diye. O’da ‘Ne istiyorsan neyi seviyorsan ona git’ dedi. ‘İstanbul mu ? Trabzon mu ?’ diye sordum. ‘Evinin yanında okul var. Ne işin var İstanbul’da’ diyerek bana cesaret verdi. Gittim tıp fakültesinden kaydımı aldım. Kaydımı alırken, oradaki memur kız ufacık pencereden bakıyor. Dilekçemi verdim ‘Eminmisin? Kaydını alıyorsun’ dedi. ‘Evet’ dedim. ‘Herkes ortalığı yıkıyor buraya girmek için. Sen kaydını alıyorsun’ dedi.  ‘Düşündüm’ dedim. Aldık kaydımızı geldik. Karadeniz Teknik Üniversitesi’ne kayıt oldum. İnşaat fakültesini severek okuduk, bitirdik. Severek mesleğimi yaptım.

Gazeteci: Gelelim mesleğinize… Mezuniyetten sonraki hayatınız?...

Şefik Türkmen: İller Bankası’na 1972’de girdim. 1974’e kadar çalışıp askere gittim. 1975 yılında döndüm. Ortalarında tekrar çalışmaya başladım. 1994 yılına kadar yani Belediye Başkanı olana kadar orada çalıştım.

Gazeteci: Anavatan Partisi ile siyasete başladınız. Siyasetle ilişkiniz nasıl oldu?

Şefik Türkmen: Tabi herkes gibi bizde siyaseti takip ediyorduk. 1968 kuşağında siyaseti takip etmeyen kimse yoktu. 68 kuşağı çok idealist bir kuşaktı. Sağcısıyla solcusuyla, herkes idealistti. Herkes vatanı nasıl kalkındırırız? Ülkeyi nasıl kalkındırırız ? Herkes büyük düşünüyordu. Bizim böyleydi. Herkes yatar kalkardı bunu düşünürdü. Yani ne yapabilirim? diye düşünürdü. Onun için sağcısının da solcusunun da çok günahı yoktu. Yani tabi bu bir takım sapmalar hariç. Benim düşüncem şu; “Gençliğin o heyecanını birileri saptırmıştır mutlaka. Yani o dönem hakikaten idealist bir kuşaktı. Ve herkes okuyordu. Herkes bir şeyler okurdu. Sağı da okurdu. Solu da okurdu. Hitler’in Kavgam’ı da okurdu. Marks’ın Capital’ini de okurdu. Böyle siyasetle ilgimiz böyleydi. Takip ederdik. İller Bankası’nda çalıştığım süre içerisinde de basından takip ederdim. Kitap okumak suretiyle takip ederdim ama siyasetle organik bir bağım yoktu. Bir partiye girip çıkmıyordum. Hatta kamu kuruluşunda çalıştığım için, çeşitli belediyelerle çalıştığım için ve belediyelerin çeşitli partilere mensup olmasından dolayı hangi partiye oy verdiğimi de söylemezdim. Ama İller Bankası’nda o dönemler hiçbir siyasi farklılık yoktu. Öyle felsefesi vardı. Oraya sağcı da girse, solcu da girse orada hep aynı havanın içerisine giriyordu. Yani siyasi fikrini kimseye yansıtmıyordu. Aramızda konuşup tartışırdık ama. Daha sonra böyle devam ederken, 1994 yılına gelirken, her belediye seçimlerinde Akçaabat’tan bana ‘Gel seni Belediye Başkanı yapalım’ diye teklif geliyordu.

Gazeteci: Akçaabat’ta ANAP’tan Belediye Başkan adayı oldunuz. Nasıl gelişti?

Şefik Türkmen: Anap’ın ilçe başkanı o dönemde İsmail Sivrikaya idi. Azer Benli il başkanıydı. Herkes çok istiyordu. CHP’de istiyor beni, Anap’ta istiyordu. Ama CHP biraz belediye başkanlığını da pay edemiyordu. Bana CHP’nin gençleri geliyordu. Gençler geliyor bize, ‘Şefik bey aday ol’ ama yukarısı ne düşünüyor belli değil. Onlar için bir şey söyleyemem. Çünkü çok aday çıkıyordu o zamanlar CHP hep şanslıydı. Akçaabatlılar CHP’nin torunları idi. Çoğu zaman Akçaabat Belediyesi’ni CHP alırdı. İlk defa 1989’da Doğru Yol Partisi aldı. Cavit abi vardı CHP’den, oda biraz yaşlanmıştı. İnsanlar 2-3 dönemde yapınca ivme kaybetti diye Doğru Yol Partisi gelmişti. Anavatan Partisi’nden ve CHP’den gidip geliyorlardı. Diğer partilerden de gelip gidiyorlardı ama Anavatan Partisi çok ısrar etti. Anavatan Partisi de o zamanlar Türkiye’de oyu yüzde 24’lere düşmüş bir muhalefet partisiydi. İktidarda değildi. Muhalefetti ama beni bırakmıyorlar. Neticede buranın ilçe başkanı, buranın ileri gelenleri ve söz sahibi olanları geliyorlardı. İl başkanı Azer Benli geliyordu. Orhan Karakullukçu beni bırakmıyordu. Ali Kemal Başaran bırakmıyor. Heyet heyet geliyorlardı. Bir heyet gidiyor, diğer heyet geliyordu ama ben ‘yok’ diyorumdum!. Çünkü benim programımda siyaset düşünmüyorum. Çünkü Akçaabat’ın Belediye Başkanı olmak sanki tenzili rütbe gibi geliyordu bana. Meslekten de kopmak istemiyordum ve neticede o kadar ısrar ettiler ki. Bir gün odama geldiler. Bölge müdür yardımcısıydım o zaman İller Bankası’nda. Bana ‘Sen evet demeden buradan çıkmayız’ dediler ve çıkmıyorlar. Öyle bir zorda kaldımki, etrafımda da kıramayacağım isimler var. Şimdi Zigana çığ felaketinde rahmetli olmuş Hüseyin Karaosmanoğlu diye sevdiğim bir arkadaşım var. Şube müdürüydü oda İller Bankası’nda. O da geldi onu da ayarlamışlar sanırım. Beni bir kenara çekti ve ‘Yahu bu kadar ısrar ediyorlar sana. Demek Akçaabat’ın ihtiyacı var sana. Neden kabul etmiyorsun ki?” dedi. Öyle bir düşünceye kapıldım. Acaba öylemiydi? Akçaabat’ın ihtiyacımı vardı bana? Diye düşündüm. O söz etkiledi beni. İller Bankası’nın o zamanki yerinin bitişiğinde lojman vardı. Bende lojmanda kalıyordum. Yani şimdiki İmperial Hastanesi. O arada odada beni bekleyenlere,  ‘Bana müsaade edin. Gidip babama bir telefon edeyim’ dedim. Babam da o zamanlar Akçaabat’ta oturuyordu rahmetli. Gittim aradım babamı. ‘Baba beni bırakmıyorlar. Aday olmamı istiyorlar ne dersin?’ dedim. Babam ise ‘Oğlum. Burası bir bataklık. Sen bilirsin. Sen ver kararını. Ben bir şey diyemem sana’ dedi. Döndüm, Hüseyin beyin ısrarı diğer idareci arkadaşlar toplanmışlar. Neticede ‘tamam’ dedik ve ben böylece belediye başkanlığına adım attım.

Gazeteci: Seçime girdiniz ve kazandınız sonrasında ne oldu?

Şefik Türkmen: Bizim kazanacağımız anlaşıldı. Seçim bizden yana döndü. İşte geldik, bizim kazanacağımız anlaşıldı. Kazandık seçimi. O seçim sürecinde benim için kazanmakla kaybetmem yüzde 50 yüzde 50. Kazanırsam, çok büyük sıkıntıların altına gireceğim. 8 aydır belediye iktidar partisine mensup olmasına rağmen maaş vermiyor. Bütün kapıları yoklamış. Bütün imkanları kullanmış. Daha kullanacağı hiçbir şey kalmamış. Mehmet Ali Yılmaz o zaman bakan. Mehmet Ali Yılmaz bile böyle açıktan çok paralar verdi Akçaabat Belediyesi’ne. Ama ona rağmen hepsi gitti. Yatırım da olmadı. 400 küsür personeli vardı buranın. 300 küsür işçi, 100 küsürü memurdu. Yani Akçaabat Belediye için 26 bin nüfus o zaman büyük bir sayı bu. Neticede kazanırsam; bu yükün altına gireceğim. Nasıl bu işi çevireceğimizi düşünüyorum. Kaybedersem; ayrıldım İller Bankası’ndan rezaleti var. Utanacağım. Hatta Durukal Çulha o zaman CHP’nin İl Başkanı’ydı. Durukal Çulha bana ‘Kaybedersen, Van’ı gözüne al. En yakın yer Van’dır’ dedi. Ama biz onların hepsini göze aldık. Seçimi kazandık ve daha sonrada burada büyük bir mücadele vererek belediyeyi toparlamaya çalıştık. Şuanda bizim memur ve işçi olmak üzere 150 civarında personelimiz var. 56 daimi işçimiz var. Geri kalan 100 civarında da memurumuz var.

Gazeteci: Yani 400 personeli 156’ya indirdiniz Belediye’yi kurtardınız.

Şefik Türkmen: Tabi onları emekli ederek, hatta daha da aşağıya indirmiştim. 120’lere indirmiştim. Şuanda emekli olan bir işçi 80-100 bin lira para alıyor. Yani onların emekliliklerini vererek, bir arada Büyükşehir’e transfer oldu. Oraya da bir miktar adam göndererek personel sayımızı azalttık. Bu arada şirket personellerimiz de var. Bunlarla birlikte 330 civarında personelimiz var. Şirket elemanlarıyla birlikte 330 civarı çalışanımız var.

Gazeteci: Şimdi eski köyler mahalle oldu. Bu planlamaya onları da dahil ettiniz mi? Bütün Akçaabat girdi mi planlamaya, yoksa merkez boyutta mısınız?

Şefik Türkmen: Bütün köyler ve beldeler mahalle haline geldi. Bizim 14 tane beldeniz ve 50 tane köyümüz vardı. Bizim bu bölgede 14 tane beldesi olan başka bir yer yok. En fazla beldesi olan Ortahisar o da 7 tane beldesi vardı. Bunların hepsi mahalle olunca bize büyük bir külfet oldu. Planlama açısından da büyük bir külfet, takibi açısından da büyük bir külfet. Bunun altından Büyükşehir ile birlikte çıkmaya çalışıyoruz. Birçok yetki Büyük Şehir’e ait. Bir bölü 5 binlikler Büyük Şehir’e ait. Bazı imar planı Büyükşehir’e ait. Şimdi büyük şehir bu çalışmaları yürütüyor. Müşterek biz de kendi fikirlerimizi bilgilerimizi onlara aktarıyoruz ve öylece devam ediyor. Sanıyorum bir sene daha planlama ve çalışmalarımız devam eder.

Gazeteci: Sayın Başkan, önce Ak Parti’ye geçiş sürecini alalım, daha sonra da Büyük Şehir eski belediye mukayesesi yapalım.

Şefik Türkmen: Biz burada son dönemde, Ak Parti ile bir mücadele ederek seçimi aldık. O zaman rahmetli Mustafa Cumur bey vardı. O da politikayı iyi bilen birisiydi. Biz politikayı çok iyi bilmesek de insanları iyi tanıyan çok iş yapmış bir belediye başkanıydık. Öyle karşılıklı bir mücadele ve Allah’ın da yardımıyla biz kazanmıştık. Kritik bir seçim geçirmiştik. 164 oyla seçimi almıştık.

Gazeteci: Bir sonraki seçimde de ama Ak Parti’ye geçtiniz artık.

Şefik Türkmen: O dönem tabi ister istemez, bir takım sürtüşmeler oldu. O zaman bizi ilçe teşkilatı çok arzu etmiyor. Vekil Mustafa bey şimdi aramızdan ayrıldı çok bilemiyorum gerçek niyetini… Çok arzu etmiyor gibi görünüyordu. Yeni seçim dönemi yaklaşıyor, ne yapacak acaba? Başkan ne edecek? O zamanlar bizim Anavatan Partisi kapanma yolunda. Kapanmak üzere. Doğru Yol Partisi ile birleşiyor. Onlar tartışılıyordu. Bir buçuk sene iki sene seçimden önce Faruk bey aradı ve ‘Buluşalım’ dedi. Buluştuk, ‘Seni bizim partiye istiyoruz’ dedi. ‘Nasıl olacak? Zor bu işler. Kolay iş değil’ dedim. Faruk bey, bana şunu anlattı;  “Tayyip bey buradan helikopterle Giresun’a giderken, buralara baktı ve çok hoşuna gitti. ‘Buranın başkanı kimdir? diye sordu’ Bende , ‘Seni anlattım. Anavatan Partisi’nden belediye başkanı’ cevabını verdim. ‘Hemen alın onu’ dedi”. Bunun üzerine, ısrar etti. AK Parti’ye geçmem için. ‘Yahu karşıdaki parti beni istemiyor, öyle görünüyor. Benim partimin çok az adamı kaldı ama, benim adamlarım da karşılıklı mücadele etmiş. Bunlar da gitmemi istemezler. Seçime var 1 buçuk 2 sene. Bu arada böyle bir iş nasıl olur? Benim için zor bir karardır. Buna kolay karar veremem. Sokakta ben giderken AK Parti’ye kızan birisi beni çevirip, ‘Ben Anavatan Partisi’ne oy verdim’ derse, bana küfrederse ben ne yaparım? Tabi öbür taraftan da benim seçmenlerimin büyük bir çoğunluğu yüzde 80’i AK Parti’ye geçmiş. AK Parti’yi tercih etmiş. Benim seçmenlerim de beni zorluyor. ‘Sen ne zaman geleceksin, gel artık’ diyorlar ama, bizim yönetici kesimi çok istemiyor. İsteyenler var ama büyük çoğunluğu istemiyor. Bende konuyu açamıyorum söyleyemiyorum. Karşı taraf zaten belli, seçmen ne diyecek? Böyle bir ikilem içerisindeyim. Bu kararı ben şu aşamada çok veremem’ dedim. ‘ Sen düşün’ dedi ve ayrıldık. Bir müddet sonra telefonlaştık. Yine görüştük. ‘Ben kararımı veremiyorum’ dedim. Seçim yaklaştı. Bizi tabi etrafımız bırakmıyor. Bir sürü karşılıklı geçmişte sürtüşmeler ve sıkıntılar olmuş. Herkes aday olmamı istiyorlar. Yani Ak Parti’ye oy vermemi isteyenlerde benim aday olmamı istiyorlar. Genel seçimde Ak Parti’ye veriyor oyunu ama belediye seçiminde bana veriyor ve aday olmamı istiyor. Bizde böyle ne yapacağımızı düşünüyoruz. O aşamada tam da Anavatan Partisi, Doğru Yol’a katılma ve ikisi feshedip tek partiye dönüştü. Bende boşa düştüm. Öyle bir zamanda birileri geldi bana, Ankara ile irtibatlı birileri geldi. ‘Sen bizim Parti’ye geç. Akçaabat’ta seni aday yapalım’ dediler. Bu ilçeden bir şey gelmedikçe sıcak bakmadım. Bir seçim hazırlığı yapıyoruz. Seçim öyle olur böyle olur. Ama seçim olacak. Sonradan nasıl olmuşsa Mustafa bey biraz da genel merkezin baskısıyla bize haber yolladı. Görüştük, buluştuk. Davet etti. Neticede bizim arkadaşlara da sorduk. Çoğunluğu kabul ettik. O anki ilçe başkanımız feryat etti. Epey zaman küs kaldık. Ama tabi ona da hak veriyorum. Birlikte çok büyük bir mücadele vermiştik, hem de partisiz. Anavatan Partisi Türkiye’de o dönemde yüzde 4.5’a inmişti. Buna rağmen seçildim.

 

 

Gazeteci: Büyükşehir ve eski belediye sistemi mukayesesi yapabilirmiyiz? Büyükşehir ne getirdi? ve nasıl bakıyorsunuz? Daha mı kısıtladı sizi?

Şefik Türkmen: Belediye Başkanı seçildiğimiz ilk günden beri çok zorluklar geçirerek geldik ve neticede belediyemizi düzlüğe çıkardık. Belediyemizi yatırım yapar hale getirdik. Belediyemizin kimseye ihtiyacı yok gibi o hale getirdik. Büyük yatırımları bile yapar hale geldik. Alt yapı yaptık, su yaptık, kanalizasyon yaptık. Hepsinin borcunu ödedik. Büyükşehir olmadan 1.5 sene evvel borçları tamamladık. Bitirdik ve bir sürü yatırım yapıyoruz. Çarşı yaptık. O zamanın parası ile 10-15 Milyonluk Hamam Çimeni Çarşısı yatırımını yaptık. Yukarıda dağ evleri, lokantalar, Orta mahalle’de 6 tane konağımız oldu. Böyle çok çok yatırımlar yaptık ve yapıyoruz. O sıralarda Büyükşehir kanunu çıktı ve neticede Büyükşehir’i bende istiyordum. Büyükşehir’e karşı olmadım hiçbir zaman. Ama Anavatan partisi zamanında Büyükşehir düşüncemi söyleyeyim. Arsin’den Mersin’e kadar. Hakikaten bir şehir yapılanması olarak düşünmüştük. O öyle olmadı. Bu bütün köyleri de beldeleri de içine alan bir yapılanma oldu. Tabi bizim birden tahmin etmediğimiz kadar külfetimiz arttı. Bir külfetin altına girmiş olduk. Hem ekonomik olarak hem de idari olarak büyük bir külfet. Borçsuz belediyeyken borçlu hale geldik. 14 tane belediyenin bütün borçları, bütün problemleri. Mesela siz gelmeden evvel vatandaş geldi, eskiden kalma belediyeyle olan sorunu var. Arsa var, satıldı-satılmadı. Öyle sorunlar var. Merkez olarak 200 Kilometre civarında yol ağımız vardı. Şuanda 2600 kilometre yol ağımız var. 300 küsür kilometresi Büyükşehir’e ait. 2300 kilometresi Akçaabat’ın. Şimdi bu arada gelirlerin kat kat artması lazım. İşte deniyor ki, ‘Bir takım imkanlar alındı ama bu arada bazı işlerde ilçeden alındı’ bizim için. Başka belediyeler için aynı şey söylenemez. Bizim için mesela su şebekesi, kanalizasyon şebekesi alındı ama bunların borcu yok. Bunlar para getiriyor. Bir diyeceğimiz yok. Yasa böyle. Kanun böyle çıkmış. Büyükşehrin veya oranın yöneticilerinin bir kabahati yok bunda. Şimdi hükümetimizin bu konuda bir çalışması var. İnşallah bunu düzeltirler. Düzeltmelerini bekliyor ve arzu ediyoruz. Yani benim söylediklerim Akçaabat içindir. Dolgu sahaları Büyük Şehir’e devrediliyor. Ben dolgu sahasını tamamen borçsuz kendim yaptım. Yani belediye olarak yaptık. Kendi imkanlarımızla bu dolgu sahasında ne varsa kendi imkanlarımızla bunları yaptık. Burada isim vermeyeceğim ama birçok belediye borçlarıyla Büyük Şehir’e devredildi. Yani borçlarda Büyük Şehir’e devredildi. Biz şimdi Büyük Şehir Belediye Başkanımızla işte şey yaparak henüz devretmedik. İnşallah belki protokol yaparak bunun biraz bizim açımızdan mağduriyet olacağını sayın başkanımıza ifade ettim ve bir tarafta borç alıyorsunuz, bir tarafta gelir alıyorsunuz. Böyle durumlar var. Bizim belediyemiz böyle bir belediyeydi. İşleri yürüyen ve iş yapan bir belediyeydi. Şimdi tabi külfet çok arttı. Onun yanına istiyoruz ki gelirlerde onunla orantılı olsun. Gelirler hemen hemen eski aldığımız gelirler. Vergi gelirlerin düştü. Kişi başı gelirin düştü. Ama onun yanında başka gelirler oldu, yani eski gelir civarında bir gelirimiz var.

Gazeteci: Son olarak çocuklarınıza gelelim. Nerede ne yapıyorlar?

Şefik Türkmen: 13 kardeş olduğumuzu söylemiştik. 8’i erkek 5’i kızdı kardeşlerimin. Trabzon’da gezerken benim kardeşlerimden birine rastlarsınız. Benim tek çocuğum var. Bir oğlum var. Bir torunum var. Oğlum İstanbul’da serbest çalışıyor. İnşaat işleri yapıyor.

Gazeteci: Yani anne ve baba bir çocukla yetinmeye karar verdiniz?

Şefik Türkmen: Yani öyle oldu. Nasip öyleymiş. Ben şimdi herkese söylüyorum ‘İki çocuktan aşağıya olmamalı 2 çocuk bile yeterli bile değil ama en az 3 yada 4 olmalı. Bir çocuk bizimki örnek alınacak bir durum değil. Oğlum burada Anadolu Lisesi’nde okudu. İstanbul Üniversitesi işletme Fakültesi’ni bitirdi. Orada kaldı ama demek ki çok iyi tercih yapamadı, inşaat işleri yapıyor. Bir inşaat mühendisi arkadaşı ile inşaat işleri yapıyor. Mimarlığa çok kabiliyeti var. Ben isterdim mimar yada inşaat mühendisi olmasını. O çok tercih etmedi, ama şimdi yaptığı işini de seviyor. Devlet ve kamu ile herhangi bir işi yok. Serbest iş yapıyor.

Gazeteci: Önümüzdeki dönem Belediye Başkan adaylığı düşünüyor musunuz? Şefik Türkmen’in projesinde ne var?

Şefik Türkmen: Daha 3 sene var. Bunu söylemek ve böyle bir yorumda bulunmak erkendir doğru olmaz. ‘Devam edeceğim’ demek de sakıncalıdır. ‘Bırakacağım’ demek de sakıncalıdır. Devam edeceğim derseniz, muhalefet olanlar, ‘Yahu yine bu adama mı katlanacağız?’ diyebilirler veya ona göre herkes kafasında bir yorum yapar. Ne düşüneceğini bilemeyiz. ‘Bırakacağım’ derseniz de bir takım şeyleri sizin bırakacağınız zamana ertelerler. İşlerliniz zorlaşır. Bilhassa imarla ilgili işleriniz zorlaşır. Belediye Başkanlığını böyle çok uzun yapmayı çok tavsiye etmem. 3 dönem karardır. Şartlar tabi. Bu işin içine giriyorsunuz.  Girişi olan, çıkışı olmayan, bir yol, bir kapı, bir ev gibi ve bir bina gibi. Şartlar o kadar değişiyor ki. Acaba kazansam veya kazansam eşit ağırlıkta idi. Bir dönemi nasıl tamamlarım diye düşünürken, 5.dönemi çalışıyorum. Bu öyle bir şey. Bu sadece insanların ihtirası değil. En önemlisi şu; siz bu görevle özdeşleşiyorsunuz. Akçaabat’la özdeşleşiyorsunuz. Artık şurada yaptığınız ve yapmak istediğiniz işler. İleriye dönük planlamalar yapıyoruz.  Ben ilerde olsam da olmasam da. Bunlar bana heyecan veriyor. Heyecanımı hiç bu güne kadar kaybetmedim. Kaybetseydim aday olmazdım. Şurada bir ağacın dalı kesilse ben ondan haberdarım. Benim diktirdiğim fidanlardan bir tanesi kurusa ondan haberdarım. Böyle benimsediğiniz bir işe bu kadar kolay ihtiras gözü ile bakılmaması gerekir. Yani yaşayarak görmek lazım. Zor bir iştir.

Gazeteci: Teşekkür ederim.

Şefik Türkmen: Ben teşekkür ederim.

Not:günebakış Gazetesinden alınmıştır.

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Haberler