MÜHÜR YİNE SÜLEYMAN'DA

İsmail TOPAL

MÜHÜR YİNE SÜLEYMAN’DA

Akçaabat Belediye Meclisi’ndeki tüm dengeler değişti.

28 Mart 2004’te yapılan seçimin sonucunda Belediye Meclisi’nde iktidarı kazanan AK Parti, geçtiğimiz hafta azınlığa düştü.

Daha önce de bir Meclis Üyesi istifa eden AK Parti, geçen hafta 6 fire daha verdi ve Meclis’te sadece 2 sandalye ile temsil edilir hale geldi.

Meclis’te Anavatan Partisi’nin 6, bağımsızların ise 7 sandalyesi var.

Eğer istifa eden üyeler ile AK Partili üyeler bu ayrılığı küskünlüğe dönüştürecek bir politika güderlerse; bu istifaların bir başka anlamı daha olacaktır:

28 Mart seçiminin sonucunda Meclis’te muhalefete düşün Başkan Şefik Türkmen yeniden iktidar oldu.

Kararların çoğunlukla alındığı Meclis’te Başkan’ın oyuyla birlikte Anavatan Grubu’nun oy toplamı 7’yi buluyor. Bu da bağımsızların oy sayısı. Ancak beraberlik halinde Baş-kan’ın oy verdiği taraf üstün sayıldığından Türkmen’in dediği olacak.

Meclis’te oy üstünlüğü kurmak bu kadar da mı önemli diye sorarsanız; görüşüm bu yönde olmasa bile, yaşananların ışığında bu soruya “evet” demek zorundayım.

Türkiye’de olduğu gibi Akçaabat’ta da AK Parti’nin başına ne geldiyse aldıkları oyun fazlalığından geldi.

Meclis’te alınan oyun üstünlüğüyle oluşan tabloda, işin başından itibaren de belli olduğu gibi, her halükârda meclis üyeleri “günah keçisi” konumunda olacaklardı.

Çünkü ortada bir mühür vardı ve o mühür de Başkan’daydı. Ama kimse “Süleyman” olamayacaktı.

Ortaya çıkan durumda yine de “Süleyman” olmaya en yakın aday Başkan Türkmen’di. Çünkü yapılmayan işlerin suçunu Meclis’teki çoğunluğu bulunan AK Parti’nin engellemesine bağlaya-bilecek, yapılan ve kamuoyunda olumsuz olarak nitelendirilecek işlerin yan-sımasını da “Meclis’e dağıtarak” hafifletebilecekti.

Benim takip edebildiğim kadarıyla da öyle oldu.

AK Parti Yönetimi ile Meclis Grubu’nun ayrı düşmesinin temel taşı olan su zammını hatırlayın meselâ.

2 yıllık bir aradan sonra yapılan zamma AK Partili bazı üyeler de “evet” demişlerdi. Çünkü onlar, kendilerini Belediye’nin gelir-gider durumunu da göz önünde bulundurmak zorunluluğunda hissettiler.

AK Parti camiasında kıyametler koptu. Meclis üyeleri sudaki KDV’yi düşüren Başbakan’a ihanetle suçlandılar. Dikkat edin, Türkmen ile ilgili olarak o zaman söylenmiş tek bir şey yok.

AK Partili üyelerin göreve geldikle-rinde suda yüzde 7’lik bir fiyat indirimini sağladıklarını, o zamdan sonra 2 yıl su zammına izin vermediklerini konuşan yok.

İstifalar olmasaydı bunları biz de konuşacak ya da hatırlayacak değildik.

Siyaset böyle bir şey işte.

İnsan yeni yeni şeyler öğreniyor. Tabii bu arada siyaseti de.

Bu anlamda Başkan Türkmen’i güttüğü politikada siyaseti öğrenmiş olmasından ötürü de kutlamak gerekiyor.

Mühür zaten ondaydı. Yaşanan son gelişmeler “Süleyman”ın da o olduğu-nu gösteriyor.

Gaybı bilemem ama bir müddet daha “Süleyman” kalacak gibi.

 

İSTİFA ETSİNLER Mİ?

AK Parti’den Akçaabat Belediye Meclisi Üyesi seçilen 6 kişinin partilerinden istifası Akçaabat’ta yeni bir tartışmayı da gündeme getirdi.

AK Parti’nin yetkili isimleri bu kişilerin o makama AK Parti sayesinde geldiklerini ve etik olanın meclis üyeliğinden de istifa etmeleri gerektiğini söylüyorlar.

Cemal Baş hariç olmak üzere isti-fa edenler ise “kendilerine her kesimden oy verildiğini”, “oy verenleri ise hiçbir zaman mahcup etmediklerini” belirterek istifa etmeyeceklerini söylüyorlar.

Siz ne düşünürsünüz bilmem ama ben istifa etmeleri görüşünde değilim. AK Parti’ye Belediye Meclisi’nde ve tabii belediye başkanlığın-da da, oy vermiş bir kişi olarak da böyle düşünüyorum.

Bu düşüncemin bazı ön koşulların geçerli olması halinde doğru olduğunu da sonuna kadar savunurum.

Bu ön koşullar da bu üyelerin herhangi bir partiye geçmemeleri ve gelecek seçimde de AK Parti hariç herhangi bir partinin listesinde yer almamaları.

Eğer bir partiye geçeceklerse he-men istifa etsinler. Çünkü işte o zaman kendilerine oy veren seçmene ihanet etmiş olurlar.

Yeniden ve başka bir partiden aday olacaklarsa da istifa etmeleri gerekir, çünkü o zaman da görev yaptıkları son 7 ayın hesabını hiçbir tarafa veremezler.

Hatırlarsanız 22 Haziran 2001’de Fazilet Partisi kapanmış ve milletvekilleri bağımsız hale gelmişti. Kapatılan partinin Genel Başkanı Recai Kutan Saadet Partisi’nde siyasete devam ederken, 108 milletvekilinin çoğu ise AK Parti’den yana tercihlerini kullanmışlardı.

Halbuki genel kanaate göre Fazilet’in devamı Saadet’ti.

Yani hiçbir AK Partili Milletvekili kendisini istifa etmek zorunda hissetmemiş, öyle bir telkine de maruz kalmamışlardı.

Yoksa Fazilet’in devamı AK Par-ti’ydi de bizim mi haberimiz yoktu.

 

YOK OLSA

Gazetemizin birinci sayfasındaki haberi okumuşsunuzdur: Güzel Sanatlar Fakültesi bu yıl açılamıyor.

Binalardaki tadilat ve düzenleme çalışmaları tamamlandı. Tek eksiği çevre düzenlemesi idi.

Çevre düzenleme işi de 29 Temmuz’da ihale edildi. İşin teslim süresi 90 gün. Yani Ekim ayının sonunda Güzel sanatlar Fakültesi’nin eksik hiçbir şeyi kalmayacaktı.

Şunun şurasında çevre düzenlemesiz bir ay idare edilecekti.

Fakülte Dekanı Prof. Dr. Mustafa Kandil ile telefonda görüştük. Bazısı yurt dışından olmak üzere Fakülte’nin öğretici kadrosunun da tamamlandığını ve Maliye Bakanlığı’ndan onaylarının geldiğini söyledi. Açılacak mı sorumuza ise “YÖK’ten onay çıkmadı” cevabını verdi.

Doğrusu yazık oldu. Bir yıllık süre Akçaabat için azımsanacak bir süre değil.

Keşke siyasiler bastırsaydı diyeceğim ama Mustafa Cumur’un uğraşılarını ya-kından biliyorum.

Üniversiteli olduğum yıl kurulan YÖK, o zaman da gözüme girmemişti. Şimdi de..

Keşke “YOK” olsa...

 

KEŞKE ADANALI OLSAYDIK

Akçaabat’ın gündemini epeydir siyasî olaylar işgal ediyor. Geçtiğimiz hafta da öyle oldu. Dolayısıyla bizim köşemizde de genelde bunların yansımasını oluşturan yorumlara yer verme durumumuz hasıl oluyor.

Bu hafta da öyle olacak. Ancak en azından girişi bir değiştireyim dedim.

Eskiden gazetelerde “iftariyelik” diye bir bölüm açılırdı gazetelerde. Bu köşede Ramazan’la ilgili fıkralara yer verilirdi.

Ben de yazımın girişinde sizlere iftariyelik bir fıkra aktarayım istedim.

Kızım anlattı, okulunda yaşanmışmış.

Din dersi öğretmeni derste orucu konu e-dinmiş. Orucu bozan şeyleri, kaza ve kefaret başlıklarında da özetlemiş. Kefaretin de 61 gün olduğunu kaydetmiş bu arada.

Muzip bir öğrenci bu arada söz almış.

“Öğretmenim, keşke Trabzonlu olmasaydık” demiş. Nedenini soran öğretmene de muzipçe cevap vermiş:

“Plakamız 61 ya, ondan. Çünkü meselâ A-danalı olsaydık kefaret olarak 1 gün oruç tutacaktık.