AKÇAABAT SEVMEYE DEĞMEZ Mİ?..

Ali MARKAL

            Yıllarını gurbette geçirmiş, yıllar önce memleketinden ayrılmış, yaban ele göçmüş insana “memleketini anlat desen,” sana anlatacağı anılarında kalmış, yıllar önceki haldir. Yani hatıralarında yaşattığı şehirdir.

            Bu insanın memleketine geri dönmesi, hatıralarının ölmesi demektir. Çünkü bambaşka bir ortam, bambaşka bir yapılaşma, tamamen yabancılaşmış bir manzara ile karşılaşacaktır. Hafızası yanıltacaktır onu. Anıları ağlayacaktır. Bir bağ kurmak, geçmişle bir bağlantı yapmak için benzer, hatırladığı bir şeyler arayacaktır. Oraya mı aittir? Şüphe duyacaktır. Yani yepyeni bir gurbeti daha olacaktır.

        Zaman, hiç laf dinlemeden ve engel bilmeden çok şeyleri alıp götürüyor. İnsanı yontuyor, çevreyi değiştiriyor. Bunu bazen insan eli vasıtasıyla yapıyor. Aslanları yaşadığı çevrede rahat bıraksanız, doğaya, o mekâna hiç dokunur mu? Değiştirmeye çalışır mı? Yaşam alanını daraltır mı? Kendine yabancılaştırır mı? Kendini koca koca binalara hapseder mi? Kartalları avcılar rahat bıraksa, yuvalarında ölmek istemezler mi?..

İnsan ve zamanın getirdiği değişim diyeceksiniz, biliyorum. Canlılar içinde gelişime sahip tek varlık, insan.  Ama değişirken, gelişirken, yaşam alanlarını yaşanmaz hale getiren de insan.

            Geçenlerde Akçaabat’tan çok önceleri ayrılmış bir dostumla sohbet ederken konu şehrimize geldiğinde, mahzunlaşarak “Yıllar sonra zaman zaman Akçaabat’a gittiğimde ürperiyorum. Bıraktığım Akçaabat ortada yok” diyerek “18’li yaşlarının Akçaabat’ını aradığını fakat bulamadığını söyledi… Devam etti: “Gençlik yıllarımda her gün sevdiğimin evini gören bir bahçe vardı. “Yine o yere gittim. Genç yaşlarımın şehrinde o yer ne hale gelmiş. O insanın evini göremedim. Yerinde o yılları hatırlatan hiçbir şey yoktu.  Tamamen yabancı bir manzara ile karşılaştım.  Oyun oynadığım yeri bulamadım.  Her sokağını, mahallede her evi ve o evde yaşayanları bilirdim. Bildiğim şehri tanıyamıyorum.  Bir şehir insanın gözünün önünde böylesine değişir mi? Hafızamı yokladım, önce sevdiğim şeyleri, sonra da şehrimi kaybetmişim.”

Şüphesiz her neslin, “bizim zamanımızda” diye başlayarak iç çekerek anlatacağı hatıraları var…

Zaman zaman ben de Akçaabat’a geldiğimde, doğrusu tanıdık birkaç dostum, arkadaşımdan başka kimseyi tanımaz oldum. Oysa daha kaç yıl oldu ki İstanbul’a geleli?.. Bu kadar kısa bir sürede, bu kadar büyük bir yabancılaşma ve kalabalıklaşan yalnızlıklar.

Mevlana; “Bu dünya dağa benzer, işlerimiz, yaptıklarımız da seslenmek gibidir. Seslerimiz güzel de olsa, çirkin de olsa, dağa çarpar, döner yine bize gelir.”  “Denizi gören göz başka, köpüğü gören göz başka... Köpüğü bırak da denizin gözüyle bak sen! Köpükler, gece gündüz denizden meydana gelir, onları deniz harekete geçirir. Fakat ne şaşılacak şey ki, sen köpüğü görüyorsun da denizi görmüyorsun.” der, düşünen, ufkunu görmek isteyen insanlara yol gösterir. Yani ne yapıyorsak, biz kendi kendimize yapıyoruz. Sonrasında şikayet etmeye hakkımız var mı?..

       Akçaabat! Yıllardır bağrı deşilen, göğsüne betondan urlar dikilen, yeşil saçları yolunan, sevgilisi denizle arasına bentler çekilen, bir tutam serin esintiyle nefes alması engellenen, çirkinleştirilen, sonra da makyajla güzelleştirilmeye çalışılan,  eski halini arayan, “denize uzak, bağ-bahçesi tutsak, yeşili eh işte ancak…” olmuş bahtsız memleketim!

Kızılderililer; “Kurbağa, içinde yaşadığı gölü içip bitirmez.” der. İnsanoğlunun kendi dünyasına, çevresine veya şehrine yaptığına ne güzel bir naziredir bu söz.

        Kendi güzelliğimizin farkında olamamamızdan dolayı, yıllardır hak ettiği turizm girdisinden de mahrum kalmış Akçaabat. Oysa eloğlu çelik kulelere milyarlarca dolarlık turist çekebiliyor. Allah bize emsalsiz bir doğa, bereketli topraklar, şırıl şırıl çağlayan sular, püfür püfür esen yaylalar, güzelim kumsallar ve deniz, tarihi bir miras bahşetmiş. Biz ne yaptık?..

            Evet, son yıllarda büyük yatırımlar, örneğin güzel bir hastane ve okullar kazandırıldı Akçaabat’a. Hastane şehir merkezinde ilk önce faaliyet gösterdi. Şimdi yeni yerine taşındı, daha modern, daha büyük. Ama bu taşınmada esnaf faktörü göz önüne alınmadı gibi. Duyduğum kadarıyla şimdi çarşıdaki esnaf, “iş yapamaz hale geldik”  diye sitemkârmış. Aynı zamanda yeni yerine taşınan hastane, o mahaldeki kiraları uçurmuşmuş. Gazetemizde okudum, bir de trafik sorunu çıkmış şimdi. Gönül bütün bu sorun gibi görünen şeylerin, önceden düşünülüp, çarelerinin zamanında uygulamaya konulmasına ister tabii. Muhakkak bir çözüm bulunacaktır. Çarşıda kalan hastane bir şekilde değerlendirilip, esnafın yüzü güldürülecek, onların yeni hastane bölgesine taşınma mecburiyetleri ortadan kaldırılacaktır. Trafik için de çözüm planlanıyordur muhakkak. Yoksa bu güzel kazanım, bazıları için nimet, bazı insanlar için azaba dönüşmüş olur. Hizmet asla unutulmaz. Hizmet edene minnet duyulur ancak değil mi?

           Buluşmak, kavuşmak dileğiyle, Mevlana ile bitirelim bu sohbeti de artık lafı daha fazla uzatmadan; “Kâinat birbirine, sevgi ile zincirleme bağlanmış. Sevgini vermesini öğren; çünkü gönlün de anlasın ki hepsine yer varmış. Sevgisiz insandan, dünya, unutma ki korkarmış. Ya korkudan yana kaçar ya düşman olur kovalarmış.”