ÖYLESİNE AKÇAABAT!.

 

ÖYLESİNE AKÇAABAT!..

Aylar günlerin, yıllar ayların, ömür yılların derlenmesi…

            Akıp gider kendi mecrasında zaman…

            Bir çok şey yaşanır istesen de,  istemesen de!..

            İnsanlar gibi, şehirlerinde kaderi zaman içinde değişmek, yıpranmak, yaşlanmak…

            Akçaabat örneğin; kaç yüz yıllık bir ömür sürmekte?..

            Ne kadar insan yürümüş üstünde?..

            Ne kadar düğün görmüş, ne kadar ölüm?..

            Kaç kavuşmasız ayrılık yaşamış?..

            Toprağında, taşında kaç bin tane göz yaşı damlası var ?..

            Vatan olmak için kaç can bağrına sığınmış?..

            Bütün bir hikaye, onca tarih ve onca yaşanmışlık sadece bir isimde ifade bulmuş; Akçaabat!..

            Gelmiş geçmiş bütün canların nidası olmuş bu isim… Akçaabat!

            Ne kadar kolay söylemesi değil mi?

            Dört hece, sekiz harf… O kadar!

            Al roman yaz, şiir diz, ağıt yap, türkü olsun!..

            Üstünde yaşatırken, barındırırken bizi, borcumuz yok mu O’na?..

            Emaneti aldığımız geçmişimize, emaneti olan çocuklarımız ve torunlarımıza, sorumluluğumuz yok mu?..

            Akçaabat’ı nasıl bıraktılar bize, biz nasıl devredeceğiz?..

            Eski fotoğraflar ile şimdikini bir yan yana koyun.

            Ve, eski yaşamışlarla kendinizi!..

            İnsan doğada varlık bulan ve yaşamını sürdürebilmesi için de, zorunlu olarak doğayla ilişki içinde olmak durumunda olan bir canlıdır.

            S. Hüseyin Nasr bu durumu ne güzel özetler; “Çağdaş insan, tabiatı kendisinden yararlandığı, ama kendisine karşı ayrıca sorumlu da olduğu bir eş gibi değil bir fahişe gibi görmektedir.”

            Biz Akçaabat’a ne yaptık?.. Nasıl geliştirdik, değiştirdik?..

Mevlana ışık tutarken bize, Akçaabat’ı, doğayı nasıl görmemiz gerektiğini ne güzel özetler oysa…

“Gelin bağa yeşiller kuşanan doğayı görün
Her köşede bir çiçek dükkânı açan doğayı görün
Güller gülerek sesleniyor bülbüllere:
Susun, susarak doğayı görün.”
      

Biz nasıl görüyoruz acaba, hiç kendimize soruyor muyuz?..

Atatürk; “Bu vatan, çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya değer. Ağaç çınardır, çınar ise devlet”  diye özetlemiştir memlekete sahip çıkmayı…

Birçok kez yazdığım için tekrarlamayacağım ama etrafınıza bir bakmanızı rica edeceğim. Akçaabat’a bir bakın!.. Hele imkanınız varsa, kayıkla açılın da denizden bir bakın!..

Son dönemlerde deniz dolgusu ile elde edilip, yeşillendirilen o parklar olmasa… Onlar gerdanına inci takılmış gibi Akçaabat’ın!...

Üst geçitler yaptık ama kazalar arttı…

Urlar dizdik Akçaabat’ın bağrına göğe uzanır gibi ama kiralar arttı…

Caddeler yetersiz kaldı, mahalleler nefessiz…

Zeytin ağaçları eşsiz ve yalnız kaldı, incir ağaçları tek tük…

Portakal ağaçları ara ki bulasın…

Onca tütün tarlaları, mısır bahçeleri yadda kaldı…

Ahanda, Lazlar, Kireçhane ve Kalanima Dereleri susuz…

Karadenizin bereketi mazide, balıkçı ağları damlarda asılı kaldı…

Akçaabat denizden uzaklaştı, toprak yeşilden…

Yaşıyoruz Akçaabat’ı, Akçaabat’ta Akçaabatlılar olarak…

Eski fotoğraflar ile şimdikini bir yan yana koyun.

            Ve, eski yaşamışlarla kendinizi!..

            Sağlıcakla, Allah’a emanet kalın!..

 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.